Fatma TAŞ


Aile Danışmanı, Davranış Bilimci, Psikoloji (Yüksek Lisans) , Yazar, Kişisel Gelişim Danışmanı, NLP Eğitmeni, Yaşam Koçu ve şirketin kurucusudur.

İLGİ EĞİTİM DANIŞMANLIK

Fahrettin Kerim Gökay Caddesi Çamtepe Sokak No:2 Kat:5 Daire:13 Corner Palas Apt.  Göztepe/Kadıköy  İSTANBUL Tel: 0216 567 69 80 Email: bilgi@ilgidanismanlik.com

Bizim Aile Dergisi

BİZİM AİLE DERGİSİ OCAK 2006 Sayısı

ÇOCUKLARIMIZA "NE OLURSAN OL, SONUNDA ANNE YA DA BABA

OLACAKSIN" EĞİTİMİNİ VERİYORUZ.

Fatma Taş, bir Davranış Bilimleri Uzmanı ve Aile Danışmanı. Üsküdar Kültür Merkezi’nde “Aile seminerleri” veriyor.


Fatma Hanım özgün bir insan. Kendisiyle barışık, ailesi ve kendisini merkeze alıp, onlar için güzel şeyler başarmış bir insan. Mesela eşi Ahmet Bey’le evlilik öncesi görüşmelerinde sormuş olduğu sorular şu an üniversitelerin psikoloji kürsülerinde ders olarak veriliyor.

Çocukları henüz bir buçuk yaşındayken, onların çoklu zeka eğitimi almalarını sağlamışlar aile olarak. Haftanın bir gününü sadece çocuklarına ayırıyorlar. Türkiye’deki model ailelerden biri onlar.

Fatma Hanımla Üsküdar Kültür Merkezinde aileler, şiddet, çocuk ve evlilik üzerine konuştuk. Sohbetimizin sonunda eşi Ahmet Bey’le de tanıştım. Bu aileyi tanımak beni umutlandırdı. Konuştuğumuz şeyleri merak ediyorsanız buyurun.

Eşinizle görüşmenizde sormuş olduğunuz sorular şu an bir üniversitenin psikoloji kürsüsünde ders olarak veriliyor. Evlilik öncesi tanışmalarda taraflar nelere dikkat etmeliler?

Bu çok önemli bir konu. Ben öncelikle genel bir tanımdan bahsetmek istiyorum.
Bizim toplumumuzda;
evlenirken kız çocuğu için çeyiz ve beyaz eşya, erkek içinse işi, evi ve arabası önemli. Mesela ben bekarken, kız öğrencilerim bana, “Hocam, üç anahtarı olsun yeter. Ev, araba ve iş yerinin anahtarı olduğu takdirde problem değil.” “Peki, karakter, kişilik, şahsiyet, bunları hiç sorgulamayacak mısınız?” “Ne gerek var?” demişlerdi. Bu şekilde buldukları insanları tercih ettiler ve sonunda hüsrana uğradılar. Ayrılan bir çok öğrencim oldu. Ondan sonra sorgulamaya başladım. Evlilik bu değil, evlilik daha farklı bir şey olmalı.

Kendi kendime düşündüm, Evlilik nedir? Evlilik eşittir mutluluk. Eğer formül buysa, bunun için bir şeyler yapmak gerekir. O halde benim kullanmam gereken en önemli şey, akıl. Akılla karşımdaki insanı çözmem gerekir. Bunun için neler yapabilirim? O dönemde evliliği çok düşünmüyordum, fakat kafamda böyle bir şey şekillendi. Ta ki, eşim karşıma çıkıncaya kadar. Eşimi karşıma alıp konuşmaya başladığımda, beynimdeki şeyler çıkmaya başladı. Kendim bile çok şaşırdım. Yani yazarak yaptığım bir şey değildi. O an zihnime gelen şeylerdi. Ama yılların getirdiği bir birikimin sonucuydu. Kız öğrencilerimle olan diyaloglarım, hayatı, insanları gözlemem ve dinlemem, yaşadıkları acıları bilmem. İlk sorduğum soruda mesela eşim çok şaşırmıştı. “Neden evliliği düşünüyorsun?”diye sormuştum. Orada bir farkındalığı oluşturabilmek çok önemliydi. Neden evlenmek istediğini anlattı ve sorular arka arkaya geldi. İki, iki buçuk saatlik bir sorgulamaydı bu. Karşılıklı soru cevap şeklinde. Ben soruları yağmur gibi yağdırmıştım. Kadın nedir? Kadın bir kuluçka makinesi mıdır? Sadece baba olmak için mi evleniyorsunuz? Evlilikte kadının rolü nedir? İslâmiyeti incelediniz mi? Kur’ân-ı Kerim kadın için neler diyor? Benim için çok önemliydi bunlar. Karşımdaki insan da o kadar güzel ve bilinçli cevaplar verdi ki, çok hayran kaldım verdiği cevaplara. O sorulardan ve cevaplardan sonra birbirimizi telefon ve mektuplarla tanıma dönemi geçirdik. O İstanbul’daydı ben Mersin’deydim. Kişiliğini yakalamaya çalışıyordum. Beni dünyasında nasıl oluşturmuş? Ben onun dünyasında ne anlam ifade ediyorum?

Tabii ki, insan öncelikle kendini değerli bulmalı. Kendini değerli bulan insan, karşı tarafı da çok kolay benimser ve değerli bulur. Ama ben ben diyen bir insan, yani bencillik boyutundaki bir insan karşı tarafa ulaşamaz. O da çok acı verir. İşte burada başlıyor zaten şiddet olayı. Ben ben diyen ve aşağılık kompleksi olan insanlarda narsistik bir alt yapı varsa, şiddet orada başlıyor. Kızlarımıza önerim şu; konuşurken, karşıdaki insan çok ben ben diyorsa, bir soru işareti oluşmalı zihinlerinde. Dil alışkanlığından mı diyor, yoksa benini mi çok ön plâna çıkarıyor? Ego boyutunda bir beni ön plâna çıkarıyorsa bir düşünmek gerekiyor.

Genellikle, bu tür vakalardaki çalışmalarımızda biz 0-7 yaşına gidiyoruz. Çocukluk dönemi bizim ana vatanımız. Neden? Çünkü, çocukluk dönemi bizim programlandığımız dönem. Hatta atalarımız olayı çözmüş, “İnsan yedisinde neyse, yetmişinde de odur” diye. Biz olayın bu kadarını biliyoruz. Bilimsel olarak ele alındığında, mesela; 0-1 yaşındaki çocuğun meme döneminde emmeyi tamamlayamadığında ileriki yaşamında özgüven eksikliğine neden olabiliyor. Anal dönemde, yapılan baskılar ileriki yaşamında çocuğun utangaç, içine kapanık, daha çok kendisiyle yaşayan bir insan olmasını sağlayabiliyor. Anneler bunu yaparlar; “Sen altına yaparsan, altını yakarım. Sen pis çocuksun. Kaka çocuksun” gibi söylemler, bizim yaşamımızı bir ömür boyu etkileyebiliyor. Tabi bunları bizim annelerimiz bilmiyor. Kızlarımıza öğretmiyoruz. Evlenirken bunları bilmiş olsa olay çok daha farklı olur. Çünkü nesli anneler yetiştiriyor. Erkek çocuğunu da, kız çocuğunu da doğuran biziz. Anne rahminden çıkmayan, elli yaşına gelmiş o kadar çok insan var ki. Anne rahminden çıkmamış, anne karakterinde, annem ne diyecek, annem ne söyleyecek, annesi ne derse onu yapan insanlar o kadar çok ki. Kendi karakterini ortaya koyamıyor. Bu da bizim 0-7 yaş aralığında çocuğa verdiğimiz eğitimle ilgili.

Bu durumda bizim çocuğa verdiğimiz eğitimi sorgulamamız gerekiyor.

Geleneksel aile yapımızda şu var. Sen kız çocuğusun sus konuşma. Erkek çocuğu ise biraz daha pohpohlanıyor. Bazen de iki tokat atıp oturtuyoruz çocuğu. Özünü çiziyoruz çocuğun.

Peki bu durum çocuğun ilerde yapacağı evliliğe nasıl yansıyor?


Aile kurduğu zaman bunlar hep bilinç altından çıkıyor. Ve bu kendi ailesine yansıyor. Ben çocukluğumda bunları gördüm, bunları yapıyorum. Yani çocukluğunda ne görmüş ve yaşamışsa aynısını eşine ve çocuklarına uyguluyor. 0-7 yaşındaki programımız gerçekten çok önemli. 0-7 yaş aralığında şuur altımız oluşuyor. Bu yaşlarda çocuk uyurken bile verileri alıyor. Beyni açık. Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz çözmüş olayı: Çocuğun iki yaşındayken odasının ayrılması.

Ama geleneksel yapımızda, “çocuktur yapamaz, acizdir” düşüncesiyle hareket ettiğimiz için özgüven veremiyoruz. Kendi ayakları üzerinde durduramıyoruz gençlerimizi. İster istemez bağımlı yetiştiriyoruz. Bizim Türk toplumumu bağımlı bir toplum. Mesela bazen kız olsun erkek olsun geliyorlar konuşuyoruz, “Ölürüm de annemden ayrılamam” diyor.

Şimdi bu durumu incelediğimiz zaman, annenin çocuğa 0-7 yaşındayken verdiği program var. “Sen evlensen bile beni bırakmayacaksın. Benim sözümü dinleyeceksin…” Anneler gelecekte çocuklarını sigorta olarak görüyor ve öyle yetiştiriyorlar. Tabii bu ilerde hep evliliklere yansıyor.

Mesela geçen Antalya’daydık. Üst düzeyde bir beyefendiyle konuşuyoruz. Eşinden bahsetti. Sıralamayı anlatmasını istedim. “Eşim sonra gelir” dedi. “Peki önce kimler var?” dedim. “Öncelikle dedi ben, annem, ablam, çocuklarım sonra eşim” Yani beşinci sırada eşi. Peki dedim, “Siz eşinizle neyi paylaşıyorsunuz?” “Her şeyimi paylaşıyorum” dedi. “Peki annenizle ne paylaşıyorsunuz?” dedim. “Anne gibi paylaşıyorum” Ablanızla “Abla gibi paylaşıyorum.” “Niçin beşinci sıra?” dedim. “Olması gereken yeri orası,” dedi. Bakın o insana verilen program buydu. Hiç eleştirmiyorum. Hata da bulmuyorum.. Toplumumuzda yüzde yüz bu programlarla büyütüldük. Buna ben de dahilim. Ama öze inip, bağımlı değil de bağlı insanlar yetiştirmiş olsak…

İnsan bağlılık ve bağımlılığı nasıl birbirinden ayırmayı başarabilir?


Bağımlılıkta her şeyi tamamen programlayan bir aile var. “Anne ve babam nasıl olsa beni düşünüyor, benimle ilgileniyor” düşüncesiyle her şeyi onların üzerine atma söz konusu.

Bağlılıkta ise, “Onlar var ve benim ailem. Sayıyorum, seviyorum çok değerli insanlar, ama ben de bir bireyim. Yani ben de varım, benim de fikirlerim var, evet siz doğrusunuz, siz de haklısınız, size katılıyorum. Fakat şu da benim düşüncem, bu da benim fikrim. Bu benim doğrum diyebilmek çok önemli.”

Tabii çocuklarına böyle bir bilinç düzeyini kazandırabilmeleri için öncelikle ailelerin bu bağımlılıktan kurtulmaları gerekiyor.

Tabii ki. Bakın 0-2 yaş aralığında çocukta özgüven oluşuyor. O dönemle beraber 0-5 yaş aralığında da yeterlilik duygusunu babadan alıyor çocuk. Yani babanın ve annenin rolü çok farklı.

Şimdi şöyle bir şey de var. Yukarda bahsettiğiniz örnekte olduğu gibi, beşinci sırada olan bir kadın. Eşinden alamadığı duygusal yakınlığı, çocuğundan almaya çalışıyor.

Bu çok doğru bir tespit. Erkek ve kız çocuğunu yetiştirirken, özellikle 2-3 yaşında vermemiz gereken çok önemli bir eğitim var. “Sen ne olursan ol, eninde sonunda anne, baba ve eş olacaksın.” Bu model üzerinde durmadan “Doktor olacaksın, mühendis olacaksın, polis olacaksın, öğretmen olacaksın…” moduna girdiriyoruz çocuklarımızı. Bu programı yapmasını sağlıyoruz. Ama gerçek ana babalık rol modelini vermiyoruz. Yani okumuş, belli bir kariyer yapmış falan, bunlar hiç önemli değil. Çocuğu yetiştirme şeklimiz çok önemli. Model vermemiz ve model aileler olmamız çok önemli. Bizim toplumumuzda model aile çok az.